Pınar Gültekin’i tanımazdınız. Kaybedilip öldürülmese idi de tanımayacaktınız.
Özgecan Aslan gibi, Şule Çet gibi, Emine Bulut gibi…..
"Kötülüğün Sıradanlığı" Hannah Arendt’in İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan büyük insanlık dramının altında muhakeme yeteneğini ve vicdanını kaybetmiş kitlelerin oynadığı insanlık dışı rolü anlattığı eseri.
Arendt, bu kitabı soykırım suçlusu Nazi Adolf Eichmann’ın, İsrail’deki yargılanması sırasındaki gözlemleriyle yazmıştı. Hayatta hiçbir şey olamamış eğitimsizlerin, iyi aile babalarının, vefakar annelerin, tonton teyzelerin, ak sakallı amcaların nasıl olup da kolayca, yükselen otoriter rejimlerin bir parçası haline gelebildiklerini anlatıyor.
Sanki Arendt’in yazdıklarını yaşıyoruz.
Üniversitede ders veren hocasını öldüren öğrenci, komşularının ölüm listesini yapan teyze, küçücük kızlardan mükemmel seks partneri hayal eden üniversite profesörü, kız öğrencilerin fotoğrafına bakarken tahrik olan dekan, kaybolan 3-4 yaşında kız çocukları, ev ev gezdirilip tecavüz edilen 9-10 yaşında erkek çocukları….
Sonra
Sonra Özgecanların, Şulelerin, Pınarların ve nicelerinin arkasından döktüğümüz gözyaşları.
Oysa ülke tam da kötülüğün, gaddarlığın, erkek egemen şeriat özlemlerinin şaha kalktığı bir bataklığa döndü.
Bir anda gelmedik bugünlere. Önce yasalar değişti. Taciz, tecavüz adeta suç olmaktan çıkarıldı. İktidarın yetkili kişisi; “tecavüzcü kürtaj yaptıran kadından daha masumdur” dedi.
Dayatılan bir yaşam tarzıdır.
Dayatılan kadının adının olmadığı, alınıp satıldığı, şeriat düzeni özlemidir.
Pınar için, Pınarlar için, çağdaş yaşamın değerleri için yapılması gereken sadece gözyaşı dökmek değildir.
Saygılarımızla
TMMOB
METALURJİ VE MALZEME MÜHENDİSLERİ ODASI