Ekonomik kriz, artan işsizlik, pahalılık ve yoksulluk, pandemi bahanesiyle yasaklanan demokratik haklar zaten ülkeyi yangın yerine çevirmişken; ülkenin dört bir yanında birden başla(tılan)yan yangınlar hepimizi derinden etkiledi.
Salgın başladığında öğrenmiştik Hıfzıssıhha’nın yıllar önce yok edildiğini. Aşı olabilmek için global sömürücülerin insafına terk edilince fark ettik kendi aşısını, kendi ilacını yapabiliyor olmanın önemini.
Ülkemizin günlerdir yaşadığı yangın felaketinde ise THK (Türk Hava Kurumu)’nın yok edildiğini öğrendik.
Aslında her şey gözümüzün önünde olmuştu. 22 Ağustos 2019 da yine orman yangınlarıyla boğuşmaktaydı ülke. Ve tabii ki THK ve yangın uçakları geldi akla. İlgili Bakanın yanıtı çok netti; “6 tane apronda uçak görünüyor, 3 tanesinin motorlarının içine kuşlar yuva yapmış. Motor yok, motor!”
Oysa THK hemen uçakları uçurdu ve boşa su attırdı. Hayatta olduklarını ve yangın söndürebileceklerini göstermek gibi affedilmez bir suç! İşlemişti yani. Sadece 54 gün sonra 16 Ekim 2019’da kayyum atandı THK’ya. Devlet kendi kurumuna neden kayyum atar ki?
Ve günlerdir süren yangın felaketine karşı yine yabancı ülkelerin insafına terk edildik. Bizzat ilgili bakanlığın açıklamaları ile; "44 ilde 197 orman yangını çıktı. 185'i kontrol altında." "5 il, 18 ilçe, 99 köyde 3 bin 714 çiftçi, 31 bin dekar alan, 668 dekar örtü altı üretim alanı, 397 büyükbaş, 3 bin 961 küçükbaş, 4 bin 856 arılı kovan, 1353 tarımsal yapı, 1137 alet-makine ve 2 bin 88 ton depo ürünü etkilendi”
Böylesi devasa bir felakette yetkililerin verdikleri rakamlar birbirini tutmazken ülke savunmasının “asli unsuru” sayılan askerin geride durması bambaşka bir politik tercihti.
Ardından “yetkiler dışında kimsenin yangın alanına alınmayacağı” açıklandı. Çünkü halk devletin yapamadığını yapıyor, kendi doğasını kendi kurtarmaya çalışıyordu. Bunu yaratacağı toplumsal dayanışma korkuttu onları. Oysa yıllardır yangın ve benzeri felaketlerde kamunun tüm kurumları, Jandarma, Emniyet, Hava, Kara kuvvetleri elindeki tüm yangın söndürme araç ve ekipmanları hava ve deniz araçları ve insan gücü ile derhal müdahale eder, halk ile elele yangınlar büyümeden söndürülürdü.
Uluslar arası yardım çağrısı yapanları hainlikle suçlayıp, ardından gelen yurtdışı yardım açıklamaları yapmaları da tutarsızlıktan öte her şeyi kontrol altında tutma kaygısıydı.
Ama ilgili bakan, tüm bunları yapan Orman teşkilatının hem yeşili koruma hem de yeşili artırma görevinin olduğunu dile getirerek; son 19 yılda 5,5 milyar fidanı toprakla buluşturup orman varlığımızı 2 milyon hektar artırdığını söyleyip kamuoyu ile adeta dalga geçti.
Yangın felaketinin ekosisteme verdiği büyük zarar yanında enerji tesislerini, özellikle termik santralleri de tehdit ettiği bir süreç yaşandı. Bir kez daha görüldü ki; özellikle enerji santrallerinde yangın acil eylem planı ve personele yangın eğitimi verilmesi hayati önemdedir.
İklim krizi derinleşmeye devam ediyor ve ülkemiz en fazla etkilenen coğrafyalardan biri. Bütün Akdeniz havzasındaki ülkelerde olduğu gibi yangınlar, seller ve felaketler sürekli olarak gündemimiz olmaya devam edecek.
Ülkemizde giderek belirgin hale gelen siyasi iktidarın kendi dünyasını yaratma çabası, bu yangınlar sürecinde bir kez daha açıkça ortaya çıkmıştır. Bu anlayış, Madımak’ta insan yakanların, Olimpiyatlarda kadın sporcuların başarısından rahatsız olanların anlayışıdır. Var olan çağdaş değerleri yok etmek isteyen bir anlayıştır.
Devlet sistemini değiştiren, toplumsal barışı yok eden, İstanbul sözleşmesinden çıkan, Ülke topraklarını, limanlarını yabancılara satan bu anlayışın ülkenin eko sistemine sahip çıkması elbette beklenemez.
Tam tersine talana devam ediyorlar.
Muğla’da İkizköylüler, günlerdir Akbelen ormanını vermemek için direniyor. Pandemiyi fırsata çevirmeden sonra şimdi de yangını fırsata çevirerek, ormanına sahip çıkan köylüler yaşam alanlarından jandarma müdahalesiyle çıkarılmak isteniyor.
Bir kez daha görülmüştür ki; sadece uyarı yapmak belki vicdanları rahatlatır ama hiçbir şeye yaramamaktadır. Çözüm her türlü hukuk normlarından, demokratik değerlerden uzak olan ülkemiz siyasi yapısının evrensel insan haklarını temel alan, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir yapıya kavuşturulmasıdır.
Bu felaketin yaraları ancak ve ancak büyük bir toplumsal dayanışma ile sarılabilir. Bu anlamda tüm demokrat kamuoyunu, meslek örgütlerini, sendikaları göreve çağırıyoruz. Yangın felaketinde yaşamını yitirenlerin yakınlarına başsağlığı ve sabır, yaralananlara acil şifalar diliyoruz.
Başımız sağolsun Türkiye.
TMMOB METALURJİ VE MALZEME MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU