TACİZE, TECAVÜZE, ŞİDDETE, KADIN KATLİAMLARINA,
ERKEK EGEMENLİĞİNE KARŞI
8 MART'TA EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK ve BARIŞ İÇİN YÜRÜYORUZ!
ABD'nin New York Eyaleti'nde 8 Mart 1857 tarihinde, daha iyi çalışma koşulları ve insanca yaşam talebiyle greve giden on binlerce dokuma işçisi kadına polis saldırmış ve 129 kadını fabrikaya kilitleyerek çıkan yangında hayatlarını kaybetmelerine sebep olmuştur. Clara Zetkin'in 1910'da 2. Uluslararası Kadın Kongresi'nde yaptığı öneriyle 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edilmiştir. Aradan geçen 154 yıla rağmen hala kadınlar ayrımcılığa, eşitsizliğe, sömürüye karşı, eşit ücret, sosyal hak, adalet ve özgürlükler için mücadele etmeye devam ediyor.
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği mücadelenin meşalesinin adıdır 8 Mart. Günümüzde 8 Mart'lar; her türlü cinsiyet ayrımcılığın kaldırılması ve kadına yönelik şiddete son verilmesi istemlerinin bir kez daha dile getirildiği gündür.
Bugün dünyanın her yerinde, bütün kentlerinde kadınlar; eşitlik, özgürlük, emek, barış ve dayanışma için seslerini ve isyanlarını birleştiriyorlar.
 Bugün dünya kadınları, hayatı ve dünyayı kadınlardan yana değiştirmek için, örgütlenmek için, "Söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz var!" demek için sokaktalar.
Ülkemizde kadına yönelik şiddet, özel ve kamusal alanda artarak devam ediyor. Oysa bizler biliyoruz ki kadın mücadelesi, aynı zamanda şiddetle hesaplaşma mücadelesidir. Bu gün kadınlar "Özgecan İsyanımızdır, Kararlıyız, Kadın Cinayetlerini Durduracağız!" demek için sokaktalar.
Kadınlar günlük yaşamda sürekli olarak cinsel, psikolojik, fiziksel şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalmakta ve öldürülmektedir. Tacizciler, tecavüzcüler ve kadın katilleri tahrik indiriminden yararlanmakta ve hatta serbest bırakılmaktadır.
Isparta'da tecavüz edilmeye kalkışılan genç kadın, tecavüzcülere direnebildi diye tecavüzcüler ceza indirimi alabiliyor. Yani mağdur kadın, aynı zamanda kendisine kötülük yapmak isteyenleri de bir nevi kurtarmış oluyor. Aynı yargı direnemeyene ne yaptığını; 26 kişinin tecavüz ettiği 13 yaşındaki kız çocuğu için "istese karşı koyabilirdi" kararı vermekten imtina etmeyerek gösteriyor. Gerekli yasal düzenlemeleri yapmayan, var olanları ise uygulamayan devlet, kadını şiddetten ve ölümden koru(ya)mamaktadır. Bu bağlamda kadın cinayetleri sistematiktir ve politiktir.
Gerici zihniyetin eğitime yansımasının son örneği; Antalya Kepez Atatürk Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısının "kısa etek giyen kız öğrencilerin peşine 'taciz timi' takıp normal giyinmelerini sağlayacaklarını" söylemesinin şaşkınlığı yaşanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın; "Varsın onlar inadına dekolte, inadına mini etek diye feveran etsinler, biz inancına, tarihine bağlı nesiller, düşünen tartışan gençler yetiştirmek için çalışmaya devam edeceğiz" sözleri gündemin başına oturuyor.
Hukuksuzluğun "hukuk" haline getirildiği bu dönemde, Anayasa'da yer alan "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" düzenlemesi günlük yaşamımızda hiçbir şey ifade etmemektedir. Aksine, iktidara geldiği günden beri, açıkça "kadın erkek eşit değildir", "kızlı erkekli aynı merdiveni kullanıyorlar, kızlı erkekli aynı evde kalıyorlar, her kürtaj bir Uludere'dir" demekte hiçbir sakınca görmeyen; kahkaha atmayı iffetsizlik olarak gören; hamile kadınların sokağa çıkmasını gayri ahlaki bulan, "annelik bir kariyerdir" diyerek anneliğin kazandırdıklarıyla, sadece erkeklerin adaletine sığınarak var olabileceklerini söyleyen; "tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar", "tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur" diyebilen; kadına yönelik şiddetin değil, konuyla ilgili çıkan haber sayısının arttığını iddia edebilen siyasi iktidar, bu ve benzeri söylemleriyle de gerici zihniyetini ortaya dökmektedir.
Yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu da aynı zihniyeti devam ettirmekten geri kalmayacağını, "Ailenin ve Dinamik Nüfusun Korunması Programı"yla gösterdi. AKP'nin her altı ayda bir kadın istihdamını teşvik etme aldatmacası altında sunduğu paketlerin/programlarının sonuncusu olan bu program, kadınları "annelikle" sınırlıyor. Yani erkeklerle eşit olarak değil, ancak anneliğin kazandırdıklarıyla, erkeklerin adaletine sığınarak var olabileceğini vurguluyor ve iki kişi arasındaki ilişkiyi "aile olmakla" ve heteroseksüel ilişki biçimiyle sınırlandırıyor. Kadın emeği sömürüsüne dayanan; kadını düzenli, güvenceli işler yerine, anneliğe ve ev kadınlığına hapseden; kısmi zamanlı düşük ücretli sermaye çalışanı yapan bu cinsiyetçi programı reddettiğimizi bir kez daha söylüyoruz.
İşte tam da bu süreçte; kadını hiçleştiren bu politikalara, kader haline getirilen dayatmalara karşı durmak için, güçlü toplumsal ve sınıfsal temellere dayanan örgütlü mücadeleye ve örgütlü kadın mücadelesine her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.
Kadınlar olarak bir kez daha söylüyoruz;
- Cinsiyet ayrımcı politikalar, yasalar ve uygulamaların kaldırılmasını, eylem ve eğitim projelerinin kadın örgütleriyle birlikte hayata geçirilmesini,
- Kadınların ekonomik özgürlüğü için çalışmasının önündeki engellerin kaldırılmasını, sosyal güvenlik, parasız eğitim ve parasız sağlık haklarından yararlanılmasının sağlanmasını,
- Aile içi şiddeti ve genel olarak kadın ve çocuklara yönelik şiddeti önlemek için kampanyalar, ana-baba eğitim programları başlatılmasını,
- Medyanın, kadın ve çocuklara yönelik şiddeti teşvik edici yayınlar üzerinde kendi oto-denetim mekanizmasını kurarak kadın ve çocuklara yönelik şiddeti bir malzeme olarak kullanmaktan vazgeçmesini,
- Şiddete uğrayan kadınlar için başvuru ve sığınma evlerinin sayısının artırılmasını, ücretsiz danışmanlık, psikolojik ve tıbbi destek ve yasal yardımın yapılmasını,
- Evde, sokakta, işyerinde, gözaltında, cezaevinde yaşanan kadına yönelik şiddetin sorumlularının yargılanmasını ve caydırıcı yasal tedbirler alınmasını istiyoruz.
Kadınların;
- Sistem tarafından ucuz işgücü olarak görülüp; güvencesiz, kayıt dışı, düşük ücretlerle, 18 saate kadar çalıştırılmasına,
- Performans adı altında çok çalıştırılıp, rekabete itilmesine,
- İşyerlerinde kreş, çocuk bakımevleri olmadığı için çalışma yaşamından dışlanmasına,
- Ev işleri, çocuk, yaşlı ve hasta bakımının sadece kadınların göreviymiş gibi gösterilerek bir kez daha sömürülmesine,
- Kadın cinayetlerine ve faillerin çeşitli adlar altında ceza indimi alması ya da serbest bırakılmasına,
- Namus kavramının kadın cinselliğiyle özdeş görüldüğü sistemde, töre-namus adı altında baskıya, işkenceye uğramasına, öldürülmesine,
- İşyerinde, sokakta, evde; taciz, tecavüz ve saldırıya maruz kalmasına,
- Yasaların, toplumsal yaşamın kadınları ikincilleştiren yapısına,
- Daha yoksul olduğu için eğitim, sağlık gibi temel haklardan her geçen gün mahrum edilmesine,
- Nedeni ya da tarafı olmadıkları savaş politikalarının bedelini ödemeye mecbur bırakılarak; acı, gözyaşı ve göçe itilmesine, tecavüze uğramasına,
- Başkaldıranlarının toplumdan dışlanmasına, politikleşip, özgürlük istediğinde gözaltına alınıp, tutuklanmasına,
- Neo-liberal muhafazakâr ataerkil politikalarla bedeninin, emeğinin ve kimliğinin sömürülmesine karşı İSYANDAYIZ!
TMMOB'li kadınlar olarak, erkek egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden cinsiyet ayrımcılığı çözülmeden özgür ve eşit bir toplumun yaratılmasının mümkün olmadığı, gericiliğin kadın özgürlüğüne bir tehdit olduğu bilinciyle, kadını inkâr eden her türlü ideolojiye karşıyız.
Bundan sonraki mücadele kadının var olma mücadelesidir. Tüm bu olumsuzlukların içinden, 8 Mart'ın mücadele ruhuyla çıkılabileceğine olan inancımızla, kadınların eşitlik ve özgürlük kavgasını selamlıyoruz.
Biz TMMOB'li kadınlar; kadın bedeni üzerinden devam eden tüm dayatmacı ve baskıcı politikalara karşı toplumun tüm kesimleri ile birlikte sesimizi yükseltiyor ve diyoruz ki;
- Emeğimizden, kimliğimizden, bedenimizden elini çek!
- Yaşasın TMMOB, yaşasın örgütlü mücadelemiz!
- Kadınlar örgütlü, TMMOB daha güçlü!
- Kadınlar örgütlenmeye, mücadeleye...
TMMOB Kadın Çalışma Grubu